29 Kasım 2010 Pazartesi

Avrupa Ülkelerinin Birbirine olan Borçları..O

PIIGS ülkelerinde hükümetler ve bankalar birbirlerine milyar dolarlar düzeyinde borçlu durumda bulunuyorlar. Mevcut dönemde piyasaların en çok üstüne gittiği ülke olan İrlanda’da hükümet ve bankacılık kesiminin 2010 yılı 2. çeyrek dönem sonundaki toplam dış borcu 922,3 milyar dolar seviyesinde bulunuyor. İrlanda’nın Yunanistan bankalarına 500 milyon dolar değerinde borcu bulunuyor. Yunanistan’da ise hükümet ve bankaların toplam dış borçlarının tutarı 397,1 milyar dolara ulaşmış durumda. Yunan bankalarının İrlanda bankalarına 7,8 milyar dolar, İtalya bankalarına 5,3 milyar dolar, Portekiz bankalarına 10 milyar dolar ve İspanya bankalarına 900 milyon dolar borcu bulunuyor. Geçtiğimiz haftalarda kredi notu iki basamak birden düşürülen ve piyasada daha yüksek borçlanma maliyetleri ile karşı karşıya kalan Portekiz bankalarının ise İtalya’ya 4,7 milyar dolar, İrlanda’ya 5 milyar dolar İspanya’ya ise 78,2 milyar dolar değerinde borcu bulunuyor. İspanya’nın da kredi notu Moody’s tarafından AAA’dan Aa1’e indirilmişti.

Öte yandan İrlanda’nın Almanya ve İngiltere’ye borcu çok yüksek seviyede bulunuyor (sırasıyla 148,5 milyar dolar ve 138 milyar dolar).

İtalya’nın ise Almanya’ya 154 milyar dolar, Fransa’ya 419 milyar dolar borcu bulunuyor. Bu da Fransa milli gelirinin yaklaşık %16’sıne denk geliyor.

Tüm bu borç ilişkileri nedeniyle, piyasada domino etkisinin görülme ihtimali yüksek bulunuyor. Avrupa’da mevcut dönemde yürürlükte olan finansal istikrar mekanizmaları, bölgenin kırılgan ülkelerine yardım etmekte şu ana kadar yeterli oldu. Ancak dün ECB üyelerinden Axel Weber yaptığı açıklamada, Yunanistan ve İrlanda’ya yapılan yardımlardan sonra kurtarma fonu olan EFSF’nin (European Financial Stability Facility) yaklaşık 140 milyar euro değerinde ek mali desteğe ihtiyacı olduğunu açıkladı. Öte yandan acil yardım mekanizması üzerine inşa edilen bu kuruluşun temelli hale getirilmesi de tartışılıyor.

Bir başka çözüm yolu, sadece krizin döneminin geçirilmesi amacıyla hükümetlere ve dolayısıyla bankalara para aktarmak yerine, borçların tekrar yapılandırılması olabilir. Bu şekilde krizin ülkeden ülkeye yayılma (Yunanistan’dan İrlanda’ya, İrlanda’dan İspanya’ya vb.) ve sistemik riske dönüşme (hükümetlerden finansal sektöre ve sonrasında tüm ekonomiye), riski bir miktar azaltılabilir. Para politikasını ortak yürüten bir merkez bulunmasına karşın, mali politikalar tarafında her ülkenin kendi bağımsızlığını korumak istemesi, ortak mali bir yapının oluşmasına imkan tanımıyor. Bu durumda, ülkelerin borç sorunlarından çıkabilmek amacıyla bağımsız kur ve faiz politikaları uygulaması imkansız hale geliyor ve alınan uluslararası yardımlar karşılığında daha sıkı bütçe programları hazırlanıyor. Ancak bu sıkı tasarruf planları da ekonomik büyümenin gerilemesine ve vergi gelirlerinin azalmasına neden oluyor.

Tüm bu olumsuzluklara ve Euro Bölgesi’ni oluşturan ülke ekonomilerinin ayrışmasına karşın, eurodan çıkış ihtimali aşırı devalüasyon riski ve banka bilançolarında yaratacağı döviz uyumsuzlukları nedeniyle düşük görünüyor.

AKBANK HAZİNE ARAŞTIRMA

İrlanda Ekonomisi

Bütçe açığının 2010 sonunda milli gelirin %32’sine yaklaşması beklenen İrlanda Başbakanı Brian Coven 115 Milyar USD ye ihtiyaçları olduğunu belirtti. Önceki gün hükümet tarafından açıklanan tasarruf paketine göre 10 milyar euro harcamalardan kesintileri yapılarak, 5 milyar euro da vergi artırımlarından gelir elde edilecek. Bu şekilde bütçe açığının 4 yıl içinde milli gelirin %3’ü düzeyine indirilmesi hedefleniyor. 2014’e kadar öngörülen 15 milyar euro değerindeki tasarrufun 6 milyar eurosunun ise önümüzdeki sene elde edilmesi planlanıyor.

Öte yandan hükümet, Avrupa Birliği (AB), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) ile yürüttüğü görüşmelerinin ardından 85 milyar Euro’luk bir yardım bekliyor. Bunun 20-30 milyar euro kadarlık kısmının bankalara aktarılması gündemde.

Yatırımcılarda bu ülkelerin bonolarına dair yaşanan güven kaybı, krizin İrlanda’dan Portekiz, İspanya ve İtalya gibi ülkelere yayılma riskini de beraberinde getiriyor. İrlanda’nın temel zayıflıkları olan konut sektöründe kriz öncesinde oluşan balon ve bankacılık sektöründeki batık krediler gibi sorunlar, İrlanda’nın sorunları ile benzerlik gösteriyor.

Yapılan analizlere göre İrlanda’da konut fiyatları en yüksek seviyeye ulaştığı 2006 yılında 1996’daki fiyat seviyesine göre %315 artmıştı, kriz sonrasında 2006’daki en yüksek seviyesine göre %40 geriledi. İspanya’da ise konut sektöründe en yüksek fiyat seviyeleri 2008 yılında görülmüştü ve bu dönemde konut fiyatları 1995’teki seviyelerine göre %200 yükselmişti. Ancak mevcut dönemde İspanya’da konut fiyatları sadece %15 gerilemiş durumda bulunuyor. ABD’de oluşan konut sektörü balonunda, fiyatlar 2006 yılında zirve yapmış ve 1996 yılındaki fiyat seviyelerine göre %140 yükselmişti. Şu anda ise 1996 yılındaki fiyat seviyelerinin %27 gerisinde bulunuyor. Dolayısıyla İspanya’da konut sektörü düzeltmesinin önümüzdeki dönemde gerçekleşme ihtimali bulunuyor. Konut fiyatlarının düşmesi, aynı ABD’de olduğu gibi konut sahiplerinde negatif zenginlik etkisi yaratarak, tüketim harcamalarına da olumsuz yasıyabilir.

Ispanya’da konut kredileri, ECB’nin sürdürdüğü gevşek para politikasına bağlı olarak artmıştı. Ülkede sabit faizli konut kredilerinin toplam konut kredilerine oranının %3 seviyesinde olduğu belirtiliyor. Bu da ECB’nin çıkış stratejisi dahilinde faizleri artırması halinde, söz konusu kredileri alanların olumsuz etkileneceğini gösteriyor. 2010 yılı Haziran ayında İspanya Merkez Bankası tarafından açıklanan Finansal İstikrar Raporu’na göre, bankacılık sektörü toplam tahsilatı şüpheli varlıklar 122 milyar euro seviyesinde bulunuyordu. Bu, bir önceki yılın aynı dönemine göre %17 artış olduğunu gösteriyor. Aynı dönemde bankaların toplam varlıklarındaki artış ise %3 seviyesinde gerçekleşti. Ülkede işsizlik oranı ise %20 oranında bulunuyor. Önümüzdeki dönemde, sıkı maliye programları nedeniyle büyümede oluşabilecek gerileme, bankaların geri ödenmeyen kredi seviyesinde artışa neden olabilir.

26 Kasım 2010 Cuma

Fitch upgraded Turkey’s credit outlook to positive from stable…


- Fitch announced that it upgraded Turkey credit outlook to positive from stable.

- Fitch stated that the revision in Turkey’s outlook reflects it strong economic recovery, increasing confidence to the macroeconomic transformation and improving public finances.

- The agency also mentioned that there is some uncertainty whether Turkey can grow robustly without generating significant imbalances.

- Fitch foresees Turkey’s budget deficit to GDP ratio at 4.0% in 2010 and 3.2% in 2011.

- With this outlook upgrade Turkey’s credit outlook became positive for all rating agencies (Fitch, S&P and Moody’s).

- However, we think that Fitch’s outlook upgrade is more important to any other rating agencies’ Turkey outlook, since it is the only agency that rates Turkey just one notch below the investment grade. Please recall that Moody’s and S&P rate Turkey two notches below the investment grade.

- A positive outlook from Fitch means that Turkey could get its first investment grade credit rating despite its growing current account deficit in the next 12 months.

- We foresee that if the current account deficit risk is maintained, Fitch could upgrade Turkey to investment grade immediately by Fitch after the general elections, which will be held in the second week of June 2011. An investment grade credit rating should give a boost to Turkish financial assets. (Fitch, Reuters, BGC Partners)

Kaynak: Gelişim Platformu Finans Topluluğu

25 Kasım 2010 Perşembe

Ajanslar için karar zamanı


Ajanslar için karar zamanı
Digital Age

Ajanslar yol ayrımında: Bir alanda uzmanlaşmak mı, yoksa bir İsviçre çakısı gibi her alanda çözüm sunmak mı? Sektör bu konuda ne düşünüyor?

Dijital pazarlama alanında faaliyet gösteren ajanslar açısından önemli bir dönüşüm süreci yaşanmakta. Müşterilerine dijital pazarlama çözümleri sunan ajansların iş süreçleri ve yapılanmaları da sürekli değişiyor. Uzmanlaşmış bir ajans olmak mı yoksa tam bir hizmet ajansı olmak mı? Ajanslar için bu değişim sürecinde cevaplanması gereken en önemli sorulardan biri bu. Verilecek cevap, bu ajansların geleceği için temel belirleyicilerden biri olacak. Bu soruya verilecek cevabı reklamverenlerin tercihleri de etkileyecek elbette. Bu konuda dijital ajansların yöneticilerinin görüşlerini alarak bulmaya çalıştık. Görüşleri alfabetik olarak sıraladık.


UZMANLAŞMAK MI, HER ALNDA ÇÖZÜM ÜRETMEK Mİ?

Mobil pazarlama alanında uzmanlaşan Pharos ajansının Genel Müdürü Ahmet Bayatlı, dijital ajansların bu konu özelinde farklı bakış açıları olduğunu söylüyor ve “oyunun kurallarını sizin yaratıcılığınız belirliyor” diyor ve ekliyor:

“Siz müşterinizi heyecanlandıracak fikri, konsepti ve uygulama önerisini geliştirebildiğiniz sürece, sizin hangi pozisyonda olduğunuz çok önemli olmuyor. Sizin sorduğunuz denge veya sınır konusunda ise kantarın tamamen müşterinin elinde olduğunu düşünüyorum. Müşterilerimizin pazarlama dünyasına bakışları ve beklentileri, hangi dijital ajans modeli ile çalışacaklarını da bir anlamda belirliyor.”

41-29 ajansının kurucu ortağı Alemşah Öztürk ise uzmanlaşmanın da, her dalda çözüm üretmenin de izlenebilir yollar olduğunu söylüyor. Öztürk, önemli olan noktaları pazar büyüklüğü, pazarın derinliği ve ihtiyaçların tanımlanması olarak sıralıyor:

“Gidilen yola bakarsak, dijital her mecranın içinde olacak. Aslında dijital demek de doğru değil, burada konu etkileşim ve deneyim. Her marka kullanıcısıyla alaka kurabilmek için, deneyim kurgusu yaratma ihtiyacı içerisinde. Zira kullanıcıyı etkilemek ve elde etmek artık eskisi kadar kolay değil.”

“Bugünün marka pazarlama stratejisi tüketicinin hayatının ayrılmaz bir parçası olmanın yolunu bulmak zorunda. Burada bir denge ya da sınır söz konusu değil, cesaret, tecrübe ve istek gerekli sadece.”

Pure New Media Ajans Başkanı Burak Gözalan, günümüzde ‘dijital ajans’ kavramının yetersiz kalmaya başladığını belirtiyor ve kanaatlerini şu sözlerle dile getiriyor: “Bence ‘dijital iletişim ajansı’ tanımlaması verilmekte olan hizmeti daha iyi karşılıyor. Eğer tanımlamayı böyle yapıyorsak, doğal olarak ‘dijital iletişim’in içerisinde hangi kanallar varsa, markasına hizmet vermekte olan ajans da, doğal olarak tüm bu kanallarda çözüm üretmekle yükümlü oluyor.”

Ping ajans Yönetici Ortağı Burçin Ergünt, “Dijital dünyanın diğer iletişim kanallarından en büyük farkı çeşitliliği” diyor ve devam ediyor:

“Örneğin iki yıl önce hiç konuşmadığımız sosyal mecra iletişimi, bugün dijital planlarının içinde önemli bir yer tutuyor. Dijital çeşitlilik her geçen gün artıyor ve biz dijital pazarlama uzmanlarına her gün yeni teknikler sunuyor. Dijitalin bu çeşitliliği arttıkça da tüm bu konularda uzman ajanslara olan ihtiyaç artıyor.”

“Marka yöneticilerinin tüm bu “çeşitliliği” bizler kadar hızlı takip edip hakim olamadıklarını düşününce “her dalda çözüm üretebilen, çeşitliliği ajans içinde çözmüş uzman ajanslar”ın kendileri için daha değerli olduğunu düşünüyorum.”

Ergünt ancak bu çeşitliliğin tekil hizmet veren uzman ajanslar kalmayacağı anlamına gelmediğini de belirtiyor: “Tabi ki onlara da yer var. ‘Çeşitliliğe’ ihtiyacı olmayan ve tek bir dijital iletişim kanalında iş yapan tüm markalar için bu ajanslar çoğu zaman yukarıdaki bahsettiğim ‘her dalda çözüm üretebilen’ ajanslara tercih edileceklerdir.


Litespell Ajans Başkanı Can Saraçoğlu, “Ülkemizde dijital pazarlama iletişimi çözümleri için one-stop shop formatında, tam hizmet veren yapıların kurulduğunu görüyoruz.” diyor.

Saraçoğlu bu alanda en önemli iki çatışmanın yaratıcı hizmetler ve planlama arasında olduğunu belirtiyor ve ekliyor:

“Reklamın geleceği medya agnostik bir yaklaşımdan geçiyor. Bu bağlamda dijital planlama ve yaratıcı çalışmayı aynı çatı altında konumlandırdığınızda doğal olarak conflict yaşanır. Ajansların yakalamaları gereken hedefleri var, ama bu gün görüyoruz ki bazı yaratıcı kampanyalar medya satın alma gerekmeksizin dağılabiliyorlar. Bazı durumlarda da ‘niche’ segmentlere özel çok detaylı planlama yapılması gerekiyor. Sonuç olarak dijital’de, konvansiyonel kanallarda olduğu gibi, yaratıcı hizmet, prodüksiyon ve medya satın alma arasında bir altın oran belirleyemiyoruz, her vaka kendine has ve özel bir yaratıcı yaklaşım ve planlama gerektiriyor. Bu bağlamda, reklamveren için yaratıcı dijital ajans ve planlama ajansı ayrı partiler olarak, birbirleri üzerinde doğal bir kontrol ve denge mekanizması yaratıyorlar.”

Kısa süre önce Narkoz isimli mobil pazarlama ajansının kuruluşunu da gerçekleştiren C-Section Ajans Başkanı Enis Orhun, dijital reklam ajanslarının öncelikli uzmanlık alanının müşterilerine yaratıcı, interaktif kampanya kurguları sunmak olduğunu belirtiyor.

“Etkili bir entegre dijital kampanya; çıkan fikri farklı dijital araçlarla destekliyor olmalıdır. Yani ajans, dijital alandaki her dal konusunda fikri oluşturup etrafını örebilecek yetkinlikte olmalıdır. İş uygulamaya gelince; bunu uzmanlaşmış bir ajans veya bir tam hizmet ajansı olarak yapmak bir tercih meselesidir. Bu tamamen ajansın yapılanmasıyla ilgili bir durum. Eğer bir denge veya sınırdan söz edilecekse bunu tamamen ajansların yetkinlikleri ve yaklaşımları şekillendirecektir. Çok dinamik bir sektördeyiz ve bu konuda sektörün tek bir genel geçer formül veya çözüm üzerinde uzlaşması beklenmemelidir. Ancak, her ajans kendini dijital alanda 360 derece düşünmek ve interaktif fikirler üretebilmek zorunda hissetmelidir.”

Nano DRM Ajans Başkanı Gökhan Gürşen, “Dijital ajanslar açısından baktığımızda cevaplanması gereken soru ajansın ‘çözüm merkezli’ mi ‘ürün merkezli’ mi hizmet vereceğidir.” diyor:

“Arama motoru pazarlama ajansı veya sosyal medya ajansı dediğimiz zaman aynı ürünü her markaya satmaya çalışan bir yapı görüyoruz. Dijital 360 derece hizmet veren ajanslar ise müşterinin ihtiyaçlarına göre tüketici iletişimi için çözüm üretmeye çalışmaktadır. Bu durum çoklu kanalların eş zamanlı doğru yönetimini gerektirmekte, böylece stratejik planlama daha fazla ön plana çıkmaktadır. Bununla beraber uzmanlaşmış ajanslara ihtiyacın uzun vadede toplam ekonominin büyümesi ile artacağını düşünüyorum.”

“Tam hizmet dijital ajans ile bölünmüş yapılar çatışması özellikle yaratıcı hizmetler ile medya planlama ve satın alma hizmetleri sağlayanlar arasında yaşanmaktadır. Dijital mecraları tanımayan kreatif ajansların hem medya planlama ve satınalma hizmeti veren ajanslara hem de mecralara yaşattığı kabusların farklı bir versiyonu, bir iki adet Flash programı kullanmayı bilen medya ajanslarının yaratıcı hizmetleri de veriyoruz demesi ile yaşanmaktadır. Hizmet sektörünün içerisinde yer aldığımız için müşterilerin öncelikle değerlendirmesi gereken şey alacakları hizmetleri verecek ekip olmalıdır. Ekibin bilgi, beceri ve tecrübesi başarının anahtarı olacaktır.”

Aerodeon Genel Müdürü İsmail Özdemir ise ajanslar açısından geleceği belirleyen temel nokta iki noktanın ‘müşterilerinin ajanslardan beklentileri’ ve ‘ajansların bu hizmetleri sunabilme yetenekleri ve yatırım performansları’ olduğunu söylüyor:

“Eğer ajansların kendilerini konumladıkları ya da müşterilerin ajanslardan bekledikleri pozisyon, ajanslar tarafından bu beklentiyi karşılayacak yatırım ve vizyon ile karşılanamazsa bazen aksak işleri ortaya koyabiliyor. Dijital ajans olma vaadini taşıyan ajansların uzun vadede kendini gerçekleştireceği nihai yetkinlik ‘interaktivite üretimi ve yönetimi’ olacak. Dijital mecraları popüler kılan ve geometrik olarak büyüten gerçek değerin ‘etkileşim’ olduğunu asla unutmamak gerek. Bu nedenle artık ajansların ‘içerik mi tasarım mı’, ya da ‘mobil mi internet mi’ gibi sorulara kendilerince cevap verme lüksleri ve hadleri yok. Cevap, hedef kitle neye cevap veriyorsa, hedef kitle markayı hangi mecradan kabul ediyorsa...”

Magiclick Ajans Başkanı Murat Kalaora, “Ajans olarak Türkiye’deki en geniş ekibe ve yetkinlik çeşitliliğine sahip olmamıza rağmen hiçbir zaman müşterilerimizin karşısında ‘tam hizmet ajansı’ olduğumuz söylemiyle çıkmıyoruz.” diyor:

“Bize bu komik ve içi boş bir kavram olarak geliyor. Bize göre “core business” olarak tanımladığınız alanları çok iyi yapmak, birer ikişer kişilik departmanlar kurup on alanda birden hizmet veriyoruz demekten daha sağlıklı bir yaklaşım. Bizim ana hizmet alanlarımız dijital stratejiler geliştirmek, bu stratejiler doğrultusunda geliştirdiğimiz projeleri tasarlamak ve bu projelerin doğru şekilde çalışabilmesini sağlayacak gerekli teknolojik altyapıları kurup desteğini vermektir.”

Gri Creative ajansı yönetici ortağı Onur Özdamar, dijital ajansların mobil, kurumsal site gibi alanlarda uzmanlaşmalarını olumlu ve yaşanması gereken bir süreç olarak değerlendiriyor. Sektörün büyümesine paralel olarak uzmanlık alanlarının oluşması kaçınılmaz olduğunu söyleyen Özdamar, “Her ajansın bir uzmanlık alanı vardır, ancak tüm yetkinliklere sahip olması müşterilerin ihtiyaçlarına doğru reflekslerle yanıt verilebilmesi anlamında değerlidir.” diyor.

Sesli Harfler Yönetici Ortağı Özgür Karaçak ise “interaktif reklam ajanslarının ortaya çıkış süreçlerine baktığımızda, büyük oranda klasik reklam ajanslarının yaklaşım hatalarından beslendiğini görüyoruz.” diyor. Karaçak, bu hataların temelinde de online mecranın dinamiklerini doğru analiz edememenin yattığı görüşünde:

“Bu kırılma noktası şimdi de interaktif reklam ajansları için ortaya çıkmış gibi görünüyor. Burada en önemli nokta elbette ki müşteri beklentileri. Başlangıçta her şeyi tek noktadan çözüme kavuşturmak isteyen reklamveren artık bunun mümkün olmadığının farkında. Tüm uzmanları bir masanın çevresinde bir araya getirmeye çalışıyor. Ve fikrin kim tarafından üretildiği ile ilgilenmiyor. Değerlendirmeye alınan nokta ise fikrin iletişim stratejilerine uygun olup olmadığı.”

“Klasik reklamcılık uzun yıllardır evrimleşmemiş olsa da, interaktif reklamcılık kısa zamanda bir çok evrim geçirdi. Geçirmeye de devam ediyor. Bu evrim basamaklarına uyum sağlayamayan ajansların uzun vadede önemli ciro kayıpları yaşayacakları bir gerçek. Diğer yandan bu ciro kaygısıyla bilmedikleri dünyalara yelken açan ajansları da büyük sıkıntılar bekliyor olacak. Çünkü hizmet sektöründe iyi hizmet vermeyi deneyemezsiniz. Ya verirsiniz ya da veremezsiniz. ‘Bundan da para kazanayım!’ zihniyeti bir noktada tıkanır.”

Project House Yönetici Ortağı Serhat Akkılıç, markanın iletişim ortağı olarak konumlandırdığı ajansın dikey gözlüklerle bakan bir yardımcı değil, marka inşasına katkıda bulunacak kadar bütünsel yaklaşabilen bir yapı olması gerektiğini söylüyor. Akkılıç, sadece bir konuda uzmanlaşanların, işin prodüktörlüğünden öteye gidememe ve ‘markanın iletişimini taşıyan ajans’ tanımını hak edememe riskini taşıdıklarına dikkat çekiyor. Akkılıç dijital ajans ile ajans arasındaki çizginin yok olmaya yüz tuttuğuna işaret ediyor:

“Müşteri tarafında değer yaratan ilk nokta, marka hedeflerine hizmet edecek büyük fikri bulmak. Bu büyük fikrin tüketiciye dokunduğu alanlarda uygulanması konusunda markaya güven verebilen iş ortağı, ‘ajans’tır. Böyle bir iddiası olan kurumların da bütünsel bakma ve bunu hakkıyla yerine getirmek gibi bir mesleki sorumlulukları olur. Belli bir iş kolunda uzmanlaşan ve spesifik bir alanda sorun çözen bir kurum ise, merkezdeki ajans değil, konu neyse o alanda prodüksiyon yapan tedarikçidir. Dijital ajans ile Ajans arasındaki çizginin her gün yok olmaya başladığı bir dünyada, markalar gerçek bir ajans ile mi yoksa prodüksiyon tedarikçileriyle mi çalışmak istediklerine karar verecekler.”

“Uzmanlaşmak işi daha doğru yapmayı beraberinde getirecektir ve bunun da doğru tedarikçilerin Türkiye dijital piyasasında oluşması anlamında büyük önemi vardır, buna yönelik bir ihtiyaç da vardır, ama ajans dediğimiz yapı, başka bir şeydir ve onun ne bir iş dikeyine hapsolma, ne de bir dikey uzmanlığı müşterisine hakkıyla sunamama lüksü olabilir.”



DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE TRENDLER

Görüşlerini aldığımız sektör yöneticilerine bu konudaki tartışmaları nasıl değerlendirdiklerini sorduk.

Pharos’tan Ahmet Bayatlı genel trendlerin dijital ajansların her dalda çözüm üretmesi eğiliminde olduğunu belirtiyor ve “Biz Pharos olarak pazarlama fikirlerinin çok önemli olduğunu ve bu fikirlerin mobil çözümler ile kesiştiği alanların geleceğin işleri olduğunu düşünüyoruz.” diyor. Bayatlı şöyle devam ediyor:

“Dünyadaki örneklerinde uzmanlaşmış dijital ajansların daha benimsendiğini görüyoruz. Bir dijital ajansın her dalda derinlemesine bir bilgi ve tecrübeye sahip olması kısa zamanda pek mümkün değil.”

“Böyle bir konuda tartışma olması komik” diyen 41-29’dan Alemşah Öztürk de şunları söylüyor:

“Sadece trend oldu, ya da herkes konuşuyor diye yeni bir teknolojiyi kullanmak kesinlikle yanlış. O yüzden ajansların markalara strateji geliştirdikten sonra o strateji doğrultusunda doğru mecralarda doğru deneyimleri yaratıyor olması lazım.”

Alemşah Öztürk, “Deneyimin tek bir elden çıkması zorunluluğuna inanıyorum.” diyor ve şunları ekliyor:

“Burada bence gidişat tüm bu dijital ekranları kullanan, kullanıcı deneyimi için kendi mecralarını ve araçlarını yaratan ajans yapısı en doğru yapı olarak ortada kalacak. Uzmanlaşmalar olacaktır, bugün de var zaten, gelecekte daha da çok olacak. Reklamcılığın yaşadığı ilk 50 yıla bakarsak, her şey önce ajans içinde yapılırken, sonrasında dışarıya alındı ve farklı yapılar halinde kurgulandı. Bugünün prodüksiyon şirketleri, medya şirketleri de böyle oluştu. Dijital benzer bir süreci yaşarken, bir yandan da bu ‘all-in-one’ yapı devam edecek.”


Pure New Media Ajans Başkanı Burak Gözalan ise şunları söylüyor:

“Sektördeki bu devinim hız kesmeden devam ederken birçok ajans gerek ekip oluşumu nedeni ile gerekse de başarılı olduğu ilgi alanı nedeni ile bir iletişim kanalında daha ön plana çıkabiliyor. Ve eğer iş kolu olarak bu kanalı benimsiyorsa bu türde işlere daha fazla ağırlık veriyor. Nasıl bundan dört yıl önce dijital çözümler iletişimin tamamlayıcı unsurlarından biriyken konvansiyonel ajansların bünyesinden kopup başlı başına bir iletişim dalı olduysa, önümüzdeki dönemlerde de, şu anda dijital iletişimin bir parçası olan mobil, sosyal medya iletişimleri de, dijital iletişim ajanslarının bünyesinde verilen bir hizmet yaklaşımından kopup kendi başlarına birer iletişim dalı olacaktır. Dünya'da da Türkiye’de de bu değişimi gösteren birçok örnek var.”

Ping’den Burçin Ergünt, Türkiye’deki dijital ajanslar topografisinin henüz çok yeni şekillenmekte olduğunu belirtiyor ve “Bir şeyler söylemek için erken” diyor. Ergünt iki farklı yaklaşıma ihtiyacı olan markaların tüm dünyada var olduğunu, o yüzden de iki farklı ajans tipine de ihtiyacın daha uzunca bir süre devam edeceğini belirtiyor.

C-Section’dan Enis Orhun ise “Ülkemizde ve dünyada ajanslar farklı yaklaşımları benimsemiş durumda.” diyor ve devam ediyor:

“Kimi bir tam hizmet ajansı olarak her türlü dijital fikri geliştirip aynı zamanda uyguluyor. Kimi sadece fikri 360 derece kurgulayıp, üçüncü parti şirketlere uygulatıyor. Kimi sadece web alanında, mobilde, dijital outdoor uygulamalarda, sosyal medya konusunda uzmanlaşma yoluna gidiyor. Müşterilerinin bir dijital ajanstan beklentileriyle alakalı olarak ve kendi yapılanmaları doğrultusunda değişiklikler gösteriyor.”

Nano DRM ajansından Gökhan Gürşen eskilere bir gönderme yapıyor:

“Hep beraber biraz eskilere dönüp reklam ajanslarının markalar için her hizmeti verdiği günleri hatırlayalım. Kartvizit basımından reklam filmine, itibar yönetiminden tabela yapımına, basın ilanlarından radyo spotlarına her türlü reklam malzemesinin fikrini bulup, ses kaydından fotoğraf çekimine kadar tüm üretimi kendi içlerinde yapıp, medya planlaması ve satın alma hizmeti verdikleri zamanları hatırlayalım. 20 yılda önce medya ajansları, arkasından halkla ilişkiler ajansları, arkasından doğrudan pazarlama ajansları ve dolayısıyla bu ajansların tüm işleri reklam ajanslarından koptu ve bağımsız hale geldi. Uzmanlaşmanın fark yarattığı bir dönem yaşandı.”

“Şu anda bu soruya bizim ülkemizin verdiği cevap; halihazırda mevcut tüm gelir alanlarına tüm ajanslar olarak girmek şeklinde oldu” diyen Aerodeon Genel Müdürü Özdemir ise şöyle devam ediyor:

“Burada yetkinlik değil müşterilere tek ve daha anlamlı bir faturada ne kadar çok hizmet verilebilirse vermek üzerine kurulu bir ‘niyet’ var. Özellikle dijital iletişimdeki ölçümleme değerlerine gerçekten ‘ajans seçim performansı’ olarak bakıldığında, ajanslar daha yüksek not aldıkları alanları doğal olarak seçeceklerdir. Doğru olan bir dijital iletişim ajansının dijital dünyayı baştan sona anlamasıdır. İlla ki bu alanlarda hizmet vermese de içinde yüzdüğü denizi anlamama lüksü olamaz.”

Gri Creative’den Onur Özdamar, “Dijital reklamcılığın geleneksel reklamcılığın yerini aldığı, başka bir deyişle merkeze doğru kaydığı bir dönemi yaşıyoruz” diyor. Özdamar şunları söylüyor:

“Çok değil, bundan birkaç yıl öncesine kadar işin odağında geleneksel reklam ajansları vardı. Asıl işi geleneksel reklam ajansları üstlenir, dijital ajanslar ise onların uzmanlık alanları dışında kalan, teknoloji odaklı alanlarda çözümler ortaya koyarlardı. Zaman içinde internetin diğer mecralara üstünlüğünün artması, teknoloji odaklı işlere yapılan yatırımın geri dönüşünün yüksek olması, interaktif mecraların popülerliğinin artması gibi etkenler, dijital reklamcılığın sektörün odağına doğru ilerlemesini sağladı. Bunun sonucu olarak dijital ajanslar hizmet portföylerini geleneksel ajansların işlerini de kapsar şekilde genişleterek markaların ‘asıl’ reklam ajansları olma hedefine kilitlendiler. Buna karşılık geleneksel ajansların da konumlarını korumak için web departmanları kurarak veya dijital ajansları satın alarak, dijital işlere el attıkları da bir gerçek.”

Project House’dan Serhat Akkılıç ise şunları söylüyor: “Şu anda ajanslar dijital / reklam vb olarak ayrılsa dahi, önümüzdeki dönemlerde tüketicinin daha çok vakit geçirdiği ekran şeklinin değişmesi sebebiyle, oyun alanı daha çok dijital olacaktır.”

“Reklam ajansı yapısının bu haliyle kalması ve interaktif felsefeye, dijital araçlara yaklaşımında organik değişimler yapmaması durumunda yaşama şansı olmadığı gibi, bugün yaygın kullanılan anlamıyla ‘dijital’ iş yapan ajansların da varolan yapıları ve yaklaşımları ile devam etmeleri durumunda hayatlarını bir ajans olarak değil, tedarikçi olarak sürdürmeleri sözkonusu. Bu kargaşanın ortasında, reklamverenin dijital merkezli bakan ve tüketiciyi en verimli mecralarda büyük fikirlerle yakalayan çok-disiplinli ajansları iş ortağı olarak benimseyeceğini düşünüyorum.”


GELECEK NELER GETİRECEK?

‘Bu konuda hâlâ kimsenin final reçetesi yok’ diyen Ahmet Bayatlı, “Büyük reklam ajanslarının akıllı satın almalarla büyük şemsiye altında, ama uzmanlaşmış dijital ajans olarak konumlanmaları en doğru model gibi duruyor.” diye devam ediyor sözlerine.

Alemşah Öztürk de büyük ajansların dijital ajans satın alma trendinin Türkiye'de de başladığına dikkat çekiyor: “Bu yıl sonu ve 2011 itibariyle hızlanacak ve büyük Türk bağımsız dijital ajansların çoğunun satın alınacağını düşünüyorum. Bunun dışında, dijital ajansların evrimleşmesi süreci sonrasında Türkiye'nin önde gelen markalarının ‘Agency of the Record’ pozisyonuna geleceklerini düşünüyorum. Böylece bambaşka bir bakış açısıyla yönetilen markalar göreceğiz. Dünyada öncülüğünü IKEA ve DIESEL’in yaptığı trendin bir benzerinin yansıyacağını düşünüyorum. Tüm bunların sebebi aslında markaların hedeflediği kitlenin dijitale kayıyor olması. Tüketici neredeyse biz de orada olmak zorundayız. Biz de markaların yeni elçileriyiz bu bakış açısıyla.”

Pure New Media’dan Burak Gözalan yakın gelecekte ajansların, kurguladıkları iletişimin odağına dijitali oturtabilecek bir yapıya sahip olabilecekleri şekilde tekrar yapılandıracakları görüşünde: “İşlere bakış açılarından, ekiplerine kadar yavaş yavaş bu yapılanmayı gerçekleştirmeleri lazım. Sonuçta doğal olarak müşterilerin beklentilerinin ajansların yönüne etki edeceği aşikar ancak dünyadaki kullanıcı trendlerini takip eden her yenilikçi ajans bu sürece ayak uydurmak zorunda.”

Can Saracoğlu, Türkiye’de dijital ve kreatif yapıların uyumlu ve verimli bir çalışma içinde olabilmelerinin birleşmeler veya en azından ‘exclusive’ iş ortaklıkları ile ilerleyeceği inancında. Saraçoğlu dünyanın önde gelen pazarlarında, yaratıcı ve dijital ajanslar arasındaki ayrımın büyük oranda azalacağına da inancını dile getiriyor devam ediyor:

“Türkiye’de ise bu trend, ancak birleşmeler veya özel işbirlikleri ile, dijital’in strateji ve yaratıcı fikir henüz şekil alırken sürecin içinde bulunması şeklinde gerçekleşecek.” diyor. “Klasik mobil ajanslar yerine, yaratıcı dijital ajansların bu alanda daha avantajlı olduğuna inanıyorum.”

Saraçoğlu şunları söylüyor:

“Dijital ajansların mobil pazarlama ve sosyal medya yönetim becerilerini de sahiplenecekleri, konvansiyonel mecralar üzerine uzmanlaşan kreatif ajanslarla da strateji ve fikir sürecinin doğum aşamasında da ortak hareket edecekleri bir gelecek öngörüyorum.”

‘En büyük değişimi reklam ajanslarında göreceğiz’ diyen ve bir sonraki tartışma konusu olarak ‘ajansların dijitalleşmesi mi yoksa dijital ajanslar mı?’ sorusunu öneren Gürşen ise “Bildiğiniz gibi reklam ajansları son dönemde özellikle sıfırdan kurulum çabalarında başarısız oldukça satın alma yoluyla bünyelerine dijital ajansları katıyorlar ve dijital iletişim hizmetleri vermeye çalışıyorlar.” diyor.

“Kesinlikle ajansların bünyelerinde ‘dijitalin tüm kollarına hakim’ bir stratejik planlamacı olacak, olmalı...” diyen İsmail Özdemir de önemli noktalara dikkat çekiyor:

“Genel olarak dijital iletişimi sürükleyecek ve en azından fikirsel olarak liderliğini yapacak alt alanın mobil pazarlama olacağını düşünüyorum. Beni bu yöne çeken iç ses ise yine en doğru yerden yankılanıyor; hedef kitle! Hedef kitle tüm iletişimini, tüm eğlencesini ve bilgi ihtiyacını mobil cihazlara taşıyor. Bunun reklam ve mecra kullanımında bir karşılığı olmaması beklenemez.”

Murat Kalaora, dijital hizmetlere olan talebin arzdan daha hızlı büyüdüğüne dikkat çekiyor. Kalaora, “Teknoloji, tasarım ve strateji kolayca bir araya getirilebilen ve büyütülebilen alanlar değil. Ayrıca yaptığımız işin özüne dokunabilecek değişimler sürekli olarak yaşandığından organizasyonel yapılar ve paradigmalar da aynı şekilde değişim gösteriyor. O yüzden bu konuda tek bir trendden bahsetmek veya ileriye yönelik tek bir model öngörüsünde bulunmak doğru değil.” diyor.

“Sektöre olarak bize göre çok daha olgunlaşmış durumda olan İngiltere ve ABD pazarlarında olduğu gibi birbirine paralel şekilde gelişecek ajans modelleri olacağını düşünüyorum. Mümkün olduğu kadar fazla sayıda alt hizmeti bir arada vermeye çalışan ajansların da, belli konularda uzmanlaşan şirketlerin de sayısı artacak. Hatta şu anda aslında kendini müşterilerine karşı algısal olarak kısıtlamak istemeyen ama farklı alanlara da soyunmayan şirketler belli konularda uzman olduklarını ileride çok daha rahat şekilde duyurmak isteyecekler.”

Murat Kalaora, ‘tam hizmet ajansı’ kavramının ancak müşterinin ihtiyaçları doğrultusunda anlam kazanabilecek bir kavram olduğunu vurguluyor.

“Geleneksel reklamdan şirketlerin iç süreçlerinin dayandığı teknolojilere kadar uzanan çok geniş bir yelpazeden bahsediyoruz. Neredeyse herhangi bir şirketin ihtiyacı olabilecek her şeyi verebilecek bir yelpaze söz konusu. Dolayısıyla şu andaki şirket boyutları ve yapılanma şekilleri de göz önünde bulundurulduğunda ajansların ‘tam hizmet’ veya ‘360 derece’ gibi kavramlarla kendilerini pazarlamaya çalışmaları bize biraz modası geçmiş ve çağımızda anlamını kaybetmiş gibi geliyor.”

Onur Özdamar uzmanlaşmanın artacağını, diğer yandan reklam ajansları ile interaktif ajansların hizmet portföylerinin gittikçe birbirine yaklaşacağını düşünüyor: “Özetle, uzmanlaşma olacak ve çeşitlenecek, ama tam hizmet ajansları çok derinliğe girmeden belli bir müşteri profiline hâlâ hitap ediyor olacak.”

“Kısa vadede dijital ajanslar en havalı dönemlerini yaşıyor” diyen Serhat Akkılıç şunları ekliyor: “Oysa şu anda sıklıkla kullanılan dijital ajans kavramı teknolojinin iletişimi başdöndürücü bir hızla katalize ettiği dönemde doğan geçici bir kavram ve misyonunu bitirdiği zaman da bugün yakınsadığı yerin içerisinde olacak, daha da önemlisi oraya liderlik yapacak. Yakınsadığı ise, yeni nesil reklam.”

“Sadece reklam ajansları değil, pazarlama iletişiminin tüm oyuncuları hem dijital araçları hem de başlı başına farklı bir kavram olan interaktif pazarlama felsefesini idrak etmek durumunda kalacaklar. Pazarlama oyuncuları arasındaki evrim teorisi doğadakinden daha hızlı işleyecek!

24 Kasım 2010 Çarşamba

Yeni Ürün Tasarlarken Nelere Dikkat Etmeli?

Tasarım kelimesi içinde tasarlamak, hayal etmek vardır. Her şey tasarlanabilir. Ama ürün geliştirme kapsamında, fikirleri beyinlerden bilgisayar ekranlarına ve kâğıda getiren bir faaliyet olarak anlaşılmalıdır. Tasarım bir ürününün görünüşü ve kullanışı ile ilgili ise “endüstriyel tasarım” terimini kullanırız.

Tersine mühendislik, bu iki sözcük sık duyulan sözcükler oldu. Buna kopyalamak da diyorlar ve dolayısıyla haklı olarak doğru olmadığını ima ediyorlar. Tamamen yanlış…

Tersine mühendislik, rakibinizin piyasada satılan ürününü satın alıp işletmenizde mühendislik düzeyinde sistematik olarak inceleyerek ürünün işlevleri hakkında, üretimi hakkında ve malzemesi hakkında bilgi edinmektir. İncelediğiniz örnek ürünü herhangi bir müşteri olarak alıp açık adresinize faturalandırarak edinmek bu işin ahlaki gereklerini yerine getirmenin ilk aşamasıdır. Mühendisliğinizi kullanarak elde ettiğiniz bilgiyi de yalnız kendiniz için kullanmak ve üçüncü şahısların ulaşımından korumak da diğer aşamalardır.

Mühendislik, temel bilimlerin sağladığı bilgiler ve yöntemler yanında dünyada insan oğlunun şimdiye kadar ortaya koyduğu tüm bilgi ve deneyimleri, kullanarak ürün ve hizmetler tasarlar, geliştirir. Sonuçta, mühendislik faaliyetleri sürerken ortaya çıkan yeni bilgi ve deneyimler bu bilgi birikimini büyütür.

Tersine Mühendislik
* Rakiplerinizin ürünü normal bir satıcısından, normal bir müşterinin aldığı şekilde alın. Bir deterjan ise bunu toptancıdan değil bir alışveriş merkezinden veya bir bakkaldan alın.

* Alırken nasıl istiflendiğini, sizinki dahil diğer markalar arasından nasıl göründüğünü, gözünüze çarpan iyi ve kötü hususları not edin.

* Ambalajını dikkatlice inceleyin ve aşağıdaki ve benzeri soruların yanıtlarını belirlemeye çalışın.

* Ambalajın görünüşü nasıl?

* Satış noktasına gelinceye kadar ürünü korumuş mu?

* Ürün kolay taşınıyor mu?

* Gereken standart işaretler kolay okunacak yerlerde mi?

* Ürünü işletmenize getirdikten sonra ambalajı daha yakından inceleyin. Hemen açmaya kalkışmayın. Ambalajın size söyleyecek birçok şeyi olabilir. Bunları belirleyecek şekilde ambalajı tekrar inceleyin.

* Mümkünse birkaç fotoğraf çekin. Üzerindeki işaretlerin hepsinin kaydını yapın.

* Ambalaj malzemelerinin geri kazanılması ile ilgili uyarılar bulunuyor mu?

* Ambalaj malzemesinden oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiliyor mu?

* Sonra ambalajı açmaya başlayın. Açmanın kolay olup olmadığına bakın.

* Ambalaj tasarımındaki özellikleri inceleyin.

* Ambalajda titreşim etkisini azaltacak, darbeleri, çizilmeleri önleyecek elemanları ve konuldukları yerleri dikkatlice işaretleyin.

* Malzeme verimini nasıl sağlandığını gözleyin.

* Ambalaj parçalarının üretimine ait bilgileri, parçaları inceleyerek saptamaya çalışın.

* Kaç tip malzeme olduğunu belirleyin.

* Her birinin miktarını ağırlık, alan, adet vs. şeklinde belirten bir ambalaj malzeme-parça listesini yapın.

* Bunları ölçüp kaydedin.

* Bu ambalaj malzeme ve parçalarını elde etmek brüt malzeme miktarlarını tahmin edin.

* Fiyatların kendi tedarik fiyatlarınız olduğunu kabul ederek, bu malzemelerin maliyetlerini bulun ve ambalaj fiyatını tespit edin.

Kaynak: (İSO) Ürün Geliştirme Kılavuzu’ndan derlenmiştir

Pazarlama Mucize Yaratır Mı?

Pazarlama, Kötü Bir Deneyimi Unutturamaz: En büyük beklenti bu olsa da, ne yazık ki, pazarlama kötü bir deneyimi unutturamaz. Kötü deneyimle yalnızca müşterinizi kaybetmekle kalmazsınız, bu müşteriniz deneyimlerini diğerlerine de aktaracağından, potansiyel birçok müşterinizi de kaybedersiniz. Pazarlama, potansiyel müşterilerinizin kapınıza gelmesini sağlar, fakat deneyimlerini boş verip size bir şans daha vermesini sağlayamayabilir. Daha fazla pazarlama aktivitesine başlamadan önce, mevcut müşterilerinizin sunduğunuz servislerden tatmin olduğundan emin olun. İstemeden, daha fazla tatminsiz müşteri yaratmayın. Unutmayın, sunduğunuz ürün ve hizmetten memnun kalmayan bir müşteri, bunu 11 kişiye daha anlatabiliyor.

Pazarlama Kusurlu Bir Şirketi Düzeltemez: Tıpkı pazarlamanın kötü deneyimleri unutturamaması gibi, pazarlama nakit akışını veya personel sorunlarını çözemez. Bazen işletmeler günlük problemlerine yoğunlaştıklarından, koca ormanın içerisinde yalnızca bir ağacı görebiliyorlar. Örneğin, nakit akışında sorun yaşayan şirketler, daha fazla satış yaparak bunları çözebileceklerine inanıyorlar. Ama eğer sorun, faturaların muhasebeden geç çıkması veya geç ödenmesi ise yeni müşterilerin gelmesi, yalnızca nakit akış sorunlarının daha da artmasına neden oluyor. Daha çok müşteriyi çekecek pazarlama programları uygulamak yerine, mevcut muhasebe sorunlarını çözmek, şirketin nakit akışını düzeltecektir. Benzer bir şekilde, eğer çalışanlar ile ilgili sorunlar işletmeyi etkiliyorsa, pazarlama faaliyetleri, yalnızca bu sorunun daha da büyümesine neden olacaktır.

Pazarlama Sizi Bir Gecede Zengin Yapamaz: Şirketinizde, pazarlama ile ilgili bir programına başlamak, satışlarınızın bir anda roket gibi artmasına sebep olmaz. Pazarlama, şirketinizin ismini veya ürününüzün markasını hedef pazarınızda üst sıralara taşımanıza yardımcı olur. Ancak bundan sonra, potansiyel müşterileriniz ürün ya da hizmetlerinizi denemeye karar verebilir. Başarılı bir pazarlama programı, çok fazla çalışma, zaman ve para ister. Eğer zaman ve para konusunda zaten panik içerisindeyseniz, pazarlama sizi daha da büyük bir paniğe sevk edebilir.

Pazarlama, Bir Şeyleri Bir Kere Yapıp Daha Sonra Unutmak Değildir: En iyi pazarlamacılar test eder, bir daha test eder ve sonra bir daha test eder. Örneğin sitenizin tasarımı, kullanıcılar için uygun olmayabilir. Çok daha iyi profesyonel bir tasarımcı ile anlaşıp yeniden tasarımı yaptırabilirsiniz. Müşteri ile iletişim seviyenizi hangi elementlerin arttırdığını bulmak için testler yapmaya devam etmeniz gerekir. Farklı kampanyaları, farklı ürünleri, farklı hizmetleri, farklı servisleri sürekli denemeniz gerekir.

Pazarlama, Müşterilerinizin Almak İstemedikleri Veya Almaya Güçleri Yetmeyecekleri Ürün Ve Hizmetleri Almalarını Sağlamaz: Ne kadar mükemmel bir ürün veya hizmet sunarsanız sunun, eğer ihtiyacı olmayanlara veya satın alma gücü olmayanlara satmaya çalışıyorsanız, pazarlama programınız dahice bile olsa, başarısız olacaksınız. Pazarlama sizinle veya işletmenizle ilgili bir şey değildir. Pazarlama, müşteriniz ve müşterinizin istekleriyle ilgilidir. Eğer müşterinizin istediği şey sizde yoksa bunu müşterinize verimli ve makul fiyatlarda sağlayabilmek için hazırlanmaya başlayın.

Pazarlama konusunda bir şeyler yapmaya başlamadan evvel, bunları düşünün. Öncelikle işinizde “gerçekten” nelerin olduğunu anlamaya çalışın. Sorununuz pazarlama mı yoksa;

* Kapatamadığınız satışlar mı?

* Kapatamadığınız müşteri hesapları mı?

* Müşteriye yeterli sunamadığınız hizmetleriniz mi?

* Proseslerinizde, müşteri memnuniyetini düşüren hatalar mı?

* Yanlış hedef pazarınız mı?

* Yüksek maliyetleriniz mi?

* Ürününüzün veya hizmetinizin pazara uyumluluğu mu?

* Şirketinizin genel yönetim şekli mi?

Kaynak: Yönetim Danışmanı Dr. Zeki Yüksekbilgili’nin yazısından yararlanılarak hazırlanmıştır.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Marketingde 5 duyu..

Tüketiciler ile marka arasındaki o sihirli deneyimsel bağın yaratılması 5 duyumuzun etkin kullanımından geçiyor. Markaların 5 duyumuzun gücünü keşfetmesi ve bunları hayata geçirmeleri önemli farklılaşma potansiyeli içeriyor. Mısır gevreğinin tazelik hissini ‘çıtırtısından’ alırız. Bu bir tesadüften öte, marka sahipleri için önemli bir yatırım konusudur. Kellogg’s bu hissi verecek, o kendine has ‘çıtırtıyı’ yaratabilmek için yıllarca laboratuarlarda deney yaptı.

1990’lı yılların sonlarına doğru Daimler Chrysler, kurduğu yeni bir bölümde, arabanın kapılarının çıkardığı sesler üzerinde çalışmaya başladı. Bu bölümde çalışan on mühendisin görevi ne araba tasarlamak, ne de verimlilik arttırmaktı, sadece kapılar açılıp, kapanırken çıkabilecek ‘en mükemmel sesi’ bulmaya uğraşıyorlardı. Araba markalarının performanslarının neredeyse eşitlendiği bir dünyada, tüketicilerin artık arabaların kalitesini, iç tasarımının verdiği ‘his’, kapılarından çıkan ‘sesler’, döşemelerin, aksesuarlarındokusu ve içindeki ‘koku’ ile algıladıklarını anlamışlardı.

Rolls Royce`un içindeki ‘yeni araba kokusu’ da özel bir çalışmanın ürünüdür.

Starbucks’ın çevreye kahve kokusu yayarak bilinçaltımıza yolladığı mesajlar, mekân tasarımı, görsel malzemeler, değişik kahve türlerini anlatan posterleri, kahve çekirdeklerinin sergilenmesi, sadece kahve içmek ihtiyacını karşılayan değil, müşterisinin 5 duyusunu birden canlandıran bir iş modelidir.

Ambalaj tasarımındaki gelişmeler, bir taraftan görselliğin gücünü anlatırken, diğer taraftan da dokunma duyumuzun kararlarımızda nasıl etkin olduğunu gösterir.

Tat duyusu koku duyusuna eşlik eder. Kokuyla tat arasında derin bir bağ vardır. Diş macunları da örneğin, tatları kadar, kokularıyla tat duyumuzu harekete geçirmenin yollarını ararlar.

Koku nasıl belleğimizle bağlantılıysa, ses de daha çok ruh halimizle bağlantılıdır. Ürünlerin sesleri bize performansları ile ilgili bir fikir verdiği gibi, mağazalarda çalınan müzik de harcama miktarını ve tüketici trafiğini artırır. Cep telefonunun melodisi gibi basit bir uygulama, Nokia için önemli bir marka farklılaşması sağladı. Aynı şekilde Windows programının açılıp, kapanırken etrafa yaydığı ses, marka farkındalığını besledi.

Bir marka ne kadar çok duyuya hitap ederse, diğer bir deyişle ne kadar güçlü bir duyusal sinerji yaratabilirse, o kadar fazla ilgi sağlıyor. Bunun temel sebebi her duyunun bir diğeriyle içsel bir bağlantısının olmasıdır: Sadece dilimizle değil, burnumuzla da tat alırız. Parmaklarımızla görür, gözlerimizle duyarız. Duyular arasında ne kadar anlamlı ve güçlü bir sinerji kurabilirse, markanın yaşatacağı deneyim de o kadar çekici ve karşı konulmaz olur. Bu sebeple güzel kokan bir yiyeceğin lezzetli, zarif bir şişede sunulan parfümün güzel kokacağını varsayarız.

Temel Aksoyun sitesinde alıntı yapılmıştır.

Afrika Pazarının Büyüklüğü 2040'ta Çin'e Yetişecek



Afrika Pazarının Büyüklüğü 2040'ta Çin'e YetişecekAfrika, bugün sadece sahip olduğu maden kaynakları değil, aynı zamanda hızla artan tüketim toplumu sayesinde de çok sayıda yabancı yatırımcı çekiyor. Afrika'nın nüfusu 1 milyara ulaşıyor. 2005-2010 dönemi ortalama yıllık nüfus artışı yüzde 2.3 oranında. 2001-2009 dönemi yıllık ekonomik büyüme oranı ise yüzde 5.3.

Afrika'nın en hızlı gelişen ülkelerinin başında Etiyopya, Gana, Kenya, Nijerya ve Burkina Faso geliyor. Kıtada en hızlı gelişen sektörleri ise giyim, güzellik ürünleri, otomotiv, süt ürünleri, mobil iletişim ve çimento sektörü olarak sıralanıyor.

Le Figaro gazetesine açıklamalarda bulunan Fransız Kalkınma Ajansı'na bağlı olan Proparco'nun Genel Müdürü Luc Rigouzzo, nüfus artışı ve şehirleşme sonucunda Afrika'nın çok önemli bir tüketim pazarı olacağını söylüyor. Proparco AFD'nin yatırım sermayesi, kredi ve teminat alanlarında uzmanlaşmış iştiraki olarak tanımlanıyor. 1977 yılında kurulan Proparco'nun misyonu, gelişmekte olan ülkelerde özel sektörün yatırımlarını desteklemek.

İstihdam piyasasındaki nüfus oranının önümüzdeki yıllarda hızla artmaya devam edeceğine dikkat çeken Proparco Genel Müdürü Rigouzzo, bunun sonucu olarak Afrika'daki tüketici oranının hızla artacağını ve 2040 yılında Afrika pazarının Çin pazarına yetişeceğini söylüyor. Rigouzzo, "Yaşanan yönetim sorunları, ekolojik problemler veya tartışmalara rağmen, Afrika'da tüketim ve yatırımlara yönelik sinyaller son derece gerçek. Çin'in Afrika'ya yaptığı ihracat hızla artıyor. Bölgenin yeni yatırımcıları Asya ve Latin Amerikalılar" diyor.

1.7 Trilyon Dolarlık Bir Pazar Oluşacak
1 milyar nüfuslu Afrika'da, şehirde yaşayanların sayısının 2040 yılında 240 milyona ulaşacağı ve bu nüfusun günlük gelirinin 20 dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu da yılda 1.7 trilyon doların üzerinde bir pazara denk geliyor.

Afrika'daki şehirleşme hızı pek benzeri olmayan türden. 1950 yılında nüfusu 1 milyonun üzerinde olan hiçbir şehir yokken, bugün nüfusu 1 milyonu aşan 38 şehir mevcut. Hatta bu şehirlerin beşinin nüfusu 5 milyonun üzerinde.

Luc Rigouzzo, hızlı şehirleşmenin sonucu olarak, kıtaya yapılan yatırımların yüzde 80'inin konut ve inşaat sektörlerine yöneldiğini söylüyor.

Bu arada, küresel konjonktüre fazlasıyla bağımlı olan Afrika'nın krizden diğer ülkeler kadar olumsuz etkilenmemesi de yatırımcılar ve kalkınma bankaları için olumlu bir gelişme. Afrika 2009 yılında yüzde 2.5 oranında büyüdü. 2010 ve 2011 yıllarında ise, Brezilya gibi yükselen ekonomileri geride bırakarak yüzde 5'in üzerinde bir büyüme gerçekleştirmesi bekleniyor.

Orta Sınıf Hızla Yükseliyor
Kıtada yaşanan en büyük sorun, 50 farklı ülkenin farklı sorunları olması. Örneğin Mozambiya'da geçtiğimiz günlerde fiyat artışlarına tepki olarak gündeme gelen ayaklanmalar, toplumun büyük bir kısmını etkileyen fakirlik sorununun hala önem taşıdığını gösteriyor. Fakat aynı zamanda, bankacılar, şirket sahiplerinin oluşturduğu yükselen bir orta sınıf da dikkat çekiyor. AFD Afrika Direktörü Jean-Marc Gravellini de bu durumun Güney Afrika, Kenya, Senegal gibi çok sayıda Afrika ülkesinde izlendiğini kaydediyor. Hatta AFD'nin eski Başkanı Jean-Michel Sévérino "Le Temps de l'Afrique" (Afrika Zamanı) isimli kitabında, Güney Afrika'nın "Siyah İncileri" olarak tanımlanan, 2.6 milyona ulaşan nüfuslarıyla siyahi toplumun yüzde 12'sini oluşturan ve şehirde yaşamak amacıyla köylerini terk eden insanları anlatıyor.

Yabancı yatırımcılar, kıtadaki yatırımlarını artırmayı hedeflerken, Afrikalı yatırımcılar da kıtadaki canlılığın en somut örnekleri. Sudanlı Mo İbrahim tarafından kurulan ve 14 ülkede faaliyet gösteren telekom operatörü Celtel veya 2.7 milyar dolarlık serveti ile Forbes dergisi tarafından Afrika'nın en zengin insanı olarak gösterilen Nijeryalı Aliko Dangote bu örneklerden bazıları.

Uzmanlara göre Afrika'daki büyümenin hız kazanması için bölgesel entegrasyon büyük önem taşıyor. Geçtiğimiz temmuz ayında ortak bir pazar oluşturulması yönünde karara varan beş doğu Afrika ülkesi - Uganda, Ruanda, Tanzanya, Burundi ve Kenya - bu yolda bir adım öne geçmiş durumda.

Afrika'da Hızla Gelişen Altı Sektör
Afrika'da hızla gelişen sektörlerin başında giyim, güzellik ürünleri, mobil iletişim, otomotiv, çimento ve süt ürünleri geliyor. Kıtada bu sektörlere yönelik bazı gelişmeler şöyle:

·İspanyol hazır giyim markası Mango kıtadaki büyümeyi erken fark edenler arasında. Fildişi Sahilleri, Senegal, Nijerya ve Benin'de mağazaları olan Mango, Kamerun, Botsvana, Angola ve Uganda'da da mağaza açmayı planlıyor.

·Fransız markası L'Oreal, özellikle büyük Nijerya pazarında gelişmeye öncelik veriyor. Şirket kıtadaki satışlarını artırmak için Chicago'da bulunan Ar-Ge merkezinde, etnik saç ve ten türlerine yönelik ürünler geliştiriyor.

·Son dört yıl içinde Afrika genelinde cep telefonu abone sayısı her yıl yüzde 40 oranında artış kaydetti. Nüfusun yüzde 35'inin cep telefonu kullandığı dikkate alındığında, pazarın ne derece büyük bir potansiyele sahip olduğu ortaya çıkıyor. 2013 yılına kadar cep telefonu kullanımının yüzde 75'lere varacağı öngörülüyor.

·Otomotiv sektöründe, ikince el hala önemli bir yere sahip. Fakat Renault Logan veya Çinli Dongsten gibi ucuz otomobillerin piyasaya girişi, fiyatların aşağı inmesine ve dolayısıyla yeni otomobil satışlarının artmasına neden oluyor.

·2006'dan bu yana Afrika'nın çimento talebi her yıl yüzde 9.4 oranında artış kaydediyor. Doğu Afrika ülkelerinde bu artış yüzde 16.3'e ulaşmış durumda. Fransız Lafarge, 16 üretim tesisi ile sektörün en önemli isimlerinden biri.

·Süt ürünleri: Afrika'nın en hızlı gelişen sektörlerinden biri de süt ürünleri. Bu ürünlerin en fazla tüketildiği ülkelerin başında Mısır ve Güney Afrika geliyor. Sektörün en önemli isimlerinden biri Fransız Danone. Şirkerin Mozambik'te bir fabrikası var.

Yatırımcıların Önündeki 3 Yapısal Sorun
Proparco Genel Direktörü Rigouzzo'ya göre, yatırımcıların Afrika'da karşılaştıkları en önemli üç yapısal sorun şöyle sıralanıyor:

·Afrika'nın en önemli zayıflığı, enerji üretiminin yetersiz olması. Oysa ülke çok büyük bir yenilenebilir enerji potansiyeline sahip. Bu sorun, yıllık büyüme hızını bir puan düşürüyor.

·Şirketler uzun vadeli finansman kaynaklarına ulaşmakta zorluk çekiyorlar. Bankalar likidite sorunu yaşamasa da, finans sistemi yeterince gelişmiş değil.

·Afrika'da bölgesel entegrasyon yeterli düzeyde değil. Bunun yanı sıra karayolları, havayolları ve demiryolları gibi bölgesel pazarların ortaya çıkmasını sağlayacak altyapı da oldukça yetersiz.


www.dunyagazetesi.com.tr

Şöhret ve Güven

Pop Arthttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif akımının en önemli temsilcilerinden Andy Warholhttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif, "Öyle bir gün gelecek ki, herkes 15 dakikalığına ünlü olacak." dediği zaman, ünlü olmak bu kadar kolay değildi. İnternet ve sosyal ağlar, "BBG Evleri", "Pop Star" yarışmaları, "Benimle Evlenir Misin?", "Gelinim Olur Musun?" programları da henüz ortalarda yoktu.

Andy Warhol, 1987’de New York’ta öldü, kehaneti ise her gün yeniden gerçekleşiyor. Dünya artık bir “ünlüler”” çağı yaşıyor.

South Carolina Üniversitesihttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif, 2011 bahar sömestrinde, şöhretin toplumsal boyutlarını incelemek üzere “Lady Gaga ve Şöhretin Sosyolojisihttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif isimli bir ders açacağını duyurdu. Dersi verecek olan Profesör Mathieu Deflemhttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif bu derste “Bir insanı neyin ünlü yaptığını ve günümüz kültüründe ünlü olmanın ne anlama geldiğini” inceleyeceklerini söyledi. Herhalde bu ders üniversite tarihinde rekor katılımın olacağı bir ders olacak; çünkü bugün ünlü olmak özellikle gençlerin birinci ilgi alanı.

Lady Gagahttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif henüz 24 yaşında, 2010 MTV Ödüllerinde bir gecede 8 ödül birden aldı. Röportajlarında Andy Warhol’den söz ederken bir filozof gibi davranıyor, ama aynı zamanda hayatı hiç umursamayan bir nihilist. Her şeyin ötesinde Lady Gaga, sıra dışı bir tarzı olan bir yeniçağ şöhreti.

Şöhret sadece saygınlık ve itibar yaratmaz, bir güven duygusu da verir. Ipsoshttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif araştırma şirketinin yaptığı ve MediaCathttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif dergisinde yayınlanan araştırmada, ‘Hangi ünlünün tavsiyesi sizin markatercihlerinizde etkili olur?’ sorusuna verilen cevaplarda, Türkiye’nin en güvenilir ünlüsünün 2010’da Cem Yılmaz olduğunu gösteriyor. Geçen yılların birincisi olan Seda Sayan ise bu sene ikinci sırada yer alıyor, Başbakan Erdoğan ise 11. sırada. (Celebrity Güven Endeksi). Bugün birçok marka Cem Yılmazhttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif veSeda Sayanhttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.gif’la işbirliği yapmak için can atıyor.

Lady Gaga, yaptığı röportajhttp://i.ixnp.com/images/v6.51/t.giflarda asıl amacının “Kendisini takip eden kişilere, olmak istedikleri kişi olma şansını vermek; ünlü olmak yerine kendileri olma keyfini yaşamalarına yardım etmek, onların hayatı kucaklamalarına yardım etmek” olduğunu söylüyor. (Marie Claire Portre Ekim 2010)